X Sayfa
X Sayfa
X Sayfa
Ritüeller Dinin Adı Olabilir mi?

Eski Türklerin dini konusunda XIX. yüzyıldan beri çeşitli araştırmalar yapılmış özellikle XX. yüzyılın ortalarında Abdülkadir İnan, Hikmet Tanyu ve İbrahim Kafesoğlu, Harun Güngör gibi tarihçiler bu konuda hem makaleler hem kitaplar yazmıştır. Bu tarihçilerden İnan ve Tanyu arasındaki tartışmalar dinin ne olduğu, kalıntıların nasıl değerlendirilebileceği konusunda aralarında çok sefer tartışmışlardır. Tanyu’nun yazmış olduğu “Türklerin Dini Tarihçesi” isimli kitabının ilk kısmı İnan’ın ısrarlı “Şamanist” iddialarına cevap niteliğinde olmuş ve Tanyu da kitabında bu iddialara cevap verdiğini ısrarla belirtmiştir. İki tarihçinin haricinde Kafesoğlu’nun “Türk Milli Kültürü” isimli eserinde Şamanizm’i gelenekler açısından değerlendirmesi ve İnan’ın ongunlara “put” bu yüzdendir ki Türklere “putperest” görüşlerine cevap olmuştur. Eliadenin ise “Şamanizm” eserinde Şamanizm’i bir din değil bir ritüel olarak nitelendirmesi Şamanizm konusuna farklı bir bakış açısı kazandırmıştır. Tüm bu görüşlerin haricinde Batılı fikir adamı ve tarihçi Jean Paul Roux’un "Türklerin ve Moğolların Eski Dini" kitabında ağırlıklı olarak “Türklerin Şamanizm inancına sahip olduğu” görüşünün verilmesi Tanyu’nun fikirlerini desteklemektedir.

Roux’un haricinde İnan’ın öğrencisi Bahaeddin Ögel’in “Türk Mitolojisi” kitabında Türklerde birçok Tanrı’nın var olduğundan bahsedilmesi, her şeyin bir ruhu olduğuna inandıkları ve hangi doğa olayını nasıl nitelendirdiklerini yazması İnan’ın iddialarını güçlendiren bir diğer etmendir. Fakat Ögel'in kitabında ağırlıklı olarak Güney Sibirya ve Altaylardan söz edilmiş, Orta Asya’daki dini inanışlardan yeteri kadar bahsedilmemiştir. Bu da bize gösteriyor ki Şamanizm denilince aklımıza ilk olarak Orta Asya değil Güney Sibirya ve Altaylar gelmelidir. Nitekim İnan’ın “Tarihte ve Bugün Şamanizm” kitabında yer alan Şaman-Kam ve Hayatı isimli makalesinde Şamanların toplum içinde özellikli olmadığını belirtmesi yine Şamanizm’i dinin merkezine koymamız gerektiğini hatırlatmaktadır. İnan’ın aynı kitapta yer alan makalelerine genel olarak baktığımızda ise Güney Sibirya ve Altaylarda görülen bazı olayları genelleyerek Hunlara ve Türk Kağanlığına atfettiğini görürüz. Biz çalışmamızda Şamanizm’in niye dinin genel bir adı olamayacağını belirteceğiz ve kültürel devamlılık açısından Eski Türklerden günümüze ulaşan bazı ritüelleri açıklayacağız.

 

Eski Türk İnancı “Gök Tanrı”nın Esasları

Eski Türkçede "k>g" değişiminden dolayı Orhun Abidelerinde yer alan "Kök Tengri" kavramı günümüz Türkçesinde "Gök Tengri-Tanrı" diye geçer. Tanrının yüceliğini belirtmek için kullanılan en eski Türkçe sözcük “üze” olmuştur. Eski Türklerde, kendisine bazen Gök-Tanrı (Kök-Tengri) bazen ise Türk Tanrısı denilen bir yaratıcıya inanılması Türklerin tek ilahlı bir anlayışı taşıdıklarını gösterir mahiyettedir. Türklerde tek bir Tanrı’nın yanında atalar kültü, tabiat kuvvetlerine inanma ve ölüm kültleri gibi birçok inanış bu dini anlayışı desteklemiştir. Hayatlarını Tanrı’nın sevgisini kazanmak ve cennetine (uçmağ) gidebilmek için idame ettiriyorlardı. Her olayı, Tanrı’nın gazabına ve hayrına bağlıyorlar; ona karşı gelmekten korkuyorlardı.  Nitekim 328 yılında bir Türk hükümdarı bir başarısı üzerine kollarını semaya kaldırarak “Ey Gök (Tanrı) sana şükürler olsun” diye dua eder. Başka bir örnekte de Hun hükümdarı Liu Yüan, Çin prenslerinin birbiri ile mücadeleleri karşısında “Gök’ün iradesine karşı gelinmez.” diyerek mutlak gücün, hâkim gücün Gök Tanrı olduğunu dile getirmiştir.

Tanrı kelimesi Türk topluluklarında her bölgenin fonetik özelliklerine göre; Yakutlarda “tangara”, Kazan Türklerinde “teri”, Soyonlarda “ter”, Çuvaşlarda “tura” ya da “tora”, Moğollarda “tenggeri” diye adlandırılmıştır. Ulu varlık anlamında kullanılan bayat (kadim), açu (baba), idi (sahip), ogan (kaadir) ve çalap (mevla) tabirleri büyük ölçüde Tanrı’nın sıfatları olmalıdır. Kaşgarlı Mahmut’a göre Hunlar Gök Tengri (Ulu Tanrı)’ya inanıyor ve hem gök hem de Tanrı anlamını içeren “Tengri” kelimesini kullanmışlardır. Yukarıda bahsi geçen kült (inanış)’lardan kısaca bahsedeceğiz.

 

Atalar Kültü

Eski Türkler, atalar kültü gereğince ölmüş ataları anar ve onlara kurban sunarlardı. Atalarına ait her türlü hatırayı sahiplenir ve onların mezarlarına yapılacak kötülükleri savaş kabul ederlerdi. Hunlar, Göktürkler ve Uygurlar, atalarının kutsal gördüğü mağaralarda onlara kurban sunarlar ve orayı mezbaha çevirirlerdi. Bu kült çerçevesinde, ölen kişinin yanında, at, kap-kacak, kılıç, hançer gibi ona ait birçok eşya da gömülürdü. Türkler, atalar kültünün bir de tabiat kuvvetlerine inanırlardı.

 

Tabiat Kuvvetlerine İnanma

Tabiat kuvvetlerine inanç gereğince doğada yer alan ateş, ağaç, dağ vb. unsurların onları koruduğuna hatta ruhların olduğuna inanırlardı. Nitekim, Göktürklerde ve Tobalarda kurban sunma âdeti yıldızların hareketlerine göre belirlenmiştir. Bu kurban sunma adetinden sonra etrafa “Kayın Ağacı” dikerek orayı kutsal orman haline getirirlerdi. Kayın Ağacı, doğurganlığı ve hayatı temsil ettiğinden en çok kutsal görünen ağaç olmuştur. Göğün gürlemesini ise Gök-Tanrı’nın gazabına bağlıyorlardı. Eski Türk inancının esaslarının bir nevi birleşimi olarak bir de Türk Kozmolojisi (Evren tasavvuru) ile Türk Kozmogonisi (yaratılış) unsurları vardı.

 

Kozmoloji (Evren Tasavvuru)

Türklerin genel dini olan Gök-Tanrı inancı çerçevesinde gelişen kozmoloji anlayışında Gök, gökyüzü, yıldızlar, hava boşluğu, gezegenler, dünyanın şekli ve adlandırılması, hava olaylarının oluştuğu yer, yaşadığımız yer her biri farklı isimlendirilmiş ve hepsine farklı anlamlar yüklenmiştir. Türkler, göğü bir kubbe, bir çadır olarak algılamışlardır. Nitekim Oğuz Kağan Destanında “gökyüzü çadırımız olsun” denmiştir. Göğü 9 kat olarak betimlemişler ve gök kubbesinin sürekli dönmesine ise “Gök Çıkrığı” demişlerdir. Keza bu 9 kat algısı, 9 sayısı şamanların törenlerinde ve hakanın seçilme töreninde de kendini göstermiş olup gezegenlerin sayısını da 9 olarak belirlemişlerdir.

Şamanlar, törenlerinde göğe çıkarken 7. katta Ay’a, 8. katta Güneş’e, 9. katta da Tanrı’ya ulaşırlar. Hava boşluğuna ise “kalıg” derlerdi. Bu "kalıg"ta insan harici diğer canlılar yaşardı.

Bu doğrultuda Kaşgarlı, “Kerkes kuşu, yüksek kalıgdan çakar” demiştir. Dîvânü Lügâti't Türk’te (DLT) bu söz, sema, gök anlamlarıyla da karşımıza çıkar. Kutadgu Bilig’de (KB) ise “Kalıg Kuşları” diye geçer. Gök cisimlerine gelince İslamiyetten önceki Türk inancına göre Güneş, doğunun; Ay ise batının sembolü olmuştur. Çeşitli Türk Destanlarında güneş dişi ay ise eril olarak algılanmıştır. Diğer gök cisimleri olan gezegenler ve yıldızlara gelince, eski Türkler, gezegenleri “ülker” diye isimlendirmiş ve onların sayısını 9 olarak belirlemiştir. Sıcak ve soğuk havaların sebebini gezegenlerin hareketleri sanmışlardır. Yıldızlara da birtakım isimler vermiş ve onların ruhlarına inanmışlardır. Nitekim yıldızların hareketlerine göre kurban etme törenlerinin zamanını belirliyorlardı. Bu yıldızların isimleri DLT’de Müşteri (Jüpiter) yıldızına, “Erentüz”; Terazi (Mizan) yıldızına,”Kara-Kuş”; Ülker (Süreyya) yıldızına, “Ülker”; Yedi Kardeşlere, “Yetigen”; Kutup yıldızına “Temür-Kazzuk”; Merih (Mars) yıldızına da “Bakır-Sokum” denmiştir. Şüphesiz bu yıldızların en önemlisi Kutup yıldızı olmuştur. Eski Türkler, kutup yıldızını “göğün direği” olarak görmüşler ve şamanlar törenlerinde göğe çıkarken kutup yıldızından geçmek zorundaydılar. Bu sebeple “göğün kapısı” adını da almıştır. Eski Türklerde dünya algısı ise iki açıdan olmuştur. Birincisi; bu dünyaya ölümlü (ölüglü) denmiştir. İkinci ise ahrete Ebedi Dünya (Menggü Acun) denmiştir. Acun kelimesi eski Türkler tarafından dünya kelimesinin karşılığı olmuş olup, yaşayan varlıkların tümüne “Acunlar” dünyalık olmaya ise “Acunluk” dendi. Acun’u kendi devletleri gibi dört köşe olarak algılamışlar ve bu algılayış abidelere de "tört bulung" (dört taraf) diye yansımıştır

 

Şamanizm Nedir?

Güney Sibirya ve Altaylar kökenli olan Şamanizm, paganizm ve Eski Türk Dininden izler barındıran ritüeller bütünüdür.  Tunguzca kökenli olan Şaman kelimesine ilk olarak XVII. yüzyılda rastlanılmış ve Eski Türk dininde şifacı, büyücü, otacı olarak adlandırılan Kamların yerine kullanılmıştır. Bu yüzyıldan sonra da Şamanizm, yanlış bir tanımlama olarak Eski Türk Dininin tamamını temsil edecek şekilde kullanılmaya başlanmıştır.  Bu noktada Eliade şöyle demektedir:

"Asyanın ortalarını ve kuzeyini kaplayan bütün bu geniş alan içinde toplumun sihirsel/dinsel yaşamı hep şaman çevresinde döner. Bu elbette onun, kutsal olanla elleşen tek kişi olduğu ve dinsel etkinliğin bütünüyle onun tekelinde bulunduğu anlamına gelmez. Birçok kabilelerde şamarını yam sıra kurban sunucu bir rahip de vardır; ayrıca her aile reisi evdeki dinsel yaşamın da başıdır."

Görüldüğü gibi Şamanizm’i bir din olarak nitelendirmek zordur. Diğer bir açıdan Şamanist inanışta var olan Ateş, Su, Toprak, Dağ, Yer Yüzü, Yer Üstü gibi inanışlar, Türklerin eski dini olarak nitelendirilen Gök-Tanrı inancında da vardır. Gök-Tanrı inancında Şaman olarak adlandırılan Kamlar, birer otacı görevinde olup dinin merkezinde yer almazdı fakat Altay Şamanizminde, Şamanistler toplumda önemli bir konuma sahip idiler. Bütün bunlardan anlaşıldığı üzere Türklerin eski dini Gök-Tanrı olup, Şamanlar veya Kamlar, dinin içindeki görevlilerdir. İtiraz ettiğimiz diğer bir nokta ise, Orta Asya’da, Şamanlar, Altaylardaki kadar yaygın değildirler; her iki bölgede farklı konumlara sahiptirler, bu sebepledir ki Şamanizm’i incelerken genelde yalnızca Altay Şamanizmi incelenir. Peki şaman nasıl olunurdu? Şimdi bu soruya cevap arayacağız.

Şaman Nasıl Olunur?

Eski Türklerde toplum, genel olarak idareci sınıf, beyler ve aileler olarak üçe ayrılmıştır. Şamanların ise kendilerine ait bir sınıfı yok idi. Bu sebeptendir ki şaman olmak için belli bir sınıftan olma şartı da yoktu. Şaman olmak tek şartı bir şamanın soyundan gelmek gibi görünse de genelde bu da yeterli değildi. Çünkü, şaman bir aileden gelseniz de erken yaşlarda şamanik sancılar denilen sancılar yaşamadıysanız şaman olamazsınız. Bu sancıları şöyle sıralayabiliriz;

  • Sara hastalığına benzer hastalığı yaşamalı ve bayıldığınızda ağzınızdan köpükler çıkmalı
  • Abdallar gibi ruhani özellikleriniz olmalı
  • Gündüz vakitlerde uyuyup rüyalar görmelisiniz
  • Yaşıtlarınızla oyunlar oynamamalısınız
  • Rüyalarınızda cennet ve cehennemi görmeli, ruhunuzun parçalandığını hissetmelisiniz.

Yukarıda sayılan özelliklerin tamamını gösteren kişi bir şamanın yanına çırak olarak verilir ve orada şamanlığı öğrenir. Bu öğrenme sürecinde, usta şamandan iyi ve kötü ruhları, hangi otun veya hangi kurbanın neye iyi geldiğini öğrenir. Öğrenme sürecini bitirmeden şaman cübbesi ve külahını giyemez, herhangi bir ayini yönetemez. Stajı bittikten sonra kam baksı toy denilen şaman olma töreni düzenlenir. Düzenlenen bu törende şaman öğrendiği ruhları sayar ve onlara hangi hayvanları niçin kurban edeceğini söyler. Bunları şöyle sayabiliriz;

  • İnsanlara çıban hastalığını veren Altay Sabaray’a, karısını ve kızlarına hizmet edip onlar için süslenmiş martı azat etmek.
  • Kun hatunun kötülüklerinden insanları korumak için kızıl alaca kurban etmek ve kurbanın yürek ve ciğerlerini boyuna asarak ayin yapmak.
  • İnsanların hastalığını iyileştirmek için onlara hastalık gönderen Dah Talı Hatun’a kara inek kurban etmek.
  • Demircinin hastalığını iyileştirmek için Kıtay Baksı Toyon adına kızıl inek kurban etmek ve kafasını demirci ocağına dikmek.
  • Akıl hastalarını gidermek için Tamik Hatun adına dokuz sıçan, dokuz güvercin azad etmek ve kızıl inek kurban etmek.

Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere şamanlar Kutadgu Bilig ve DLT’de olduğu gibi otacı, şifacı rolündedirler. Efsunlar ve kurbanlar ile hastalıkları tedavi ederler ve şamanlar bu durumda iken Şamanizm’e bir din demek zorlama bir davranış olacaktır. Dolayısıyla Türklerin eski dinini Gök-Tanrı olarak adlandırmak ve Şamanları da dinin içindeki görevliler olarak görmek daha iyidir. Bunların haricinde bazı ritüeller günümüze kadar ulaşmıştır.

 

Eski Türk İnancından Günümüzde Uygulanan Bazı Ritüeller

Tabiat kuvvetlerinin bir ruhunun olduğuna inanıldığını daha önce söylemiştik. Bu inanç gereği özellikle bazı ağaçlara ayrı anlamlar yüklenmiş ve ağaçların göğe ulaştığına inanılmıştır. Örneğin, Kayın ağacının köklerinin yerin altına kadar gitmesi ve çok sayıda uzun dallara sahip olması sebebiyle bu ağacın doğurgan olduğuna inanılmış, şamanlar da ayinlerin de Kutup Yıldızına ulaşmak için Kayın ağacını kullanmışlardır. Bu sebepledir ki kayın ağacına mendiller asılarak Tanrıdan isteklerde bulunulmuştur. Bu gelenek günümüzde kendisini bazı türbelere, anahtar, mendil vb. şeyler asarak ve ağaçlara mendiller asarak kendisini göstermektedir. Diğer bir ritüel ise eskiden kut koyma denilen kurşun dökmedir.

Günümüzde bir insanın bahtının açılması, nazarlardan korunması ve kötü giden işlerinin düzelmesi, kötülüklerden korunması gibi amaçlarla yapılan kurşun dökme olayı Eski Türklerde de yine aynı amaç için yapılır ve kişinin kut koyma töreninden sonra mutluluğa, huzura ereceğine inanılırdı. Bunun haricinde Eski Türklerde “göçürme” denilen ritüel de günümüzde varlığını sürdürmektedir.

Bu ritüele göre biri hastalandığı zaman etrafında hayvan dolaştırılır ve böylece kişinin iyileştiğine inanılırdı. Günümüzde bu olay kendisini birine nazar değdiği zaman ya da herhangi bir yeri ağrıdığı zaman kişinin başının üstünden para veya başka bir şey çevirerek gösterir. Bu işlemler yapılırken parayı çeviren kişi dualar eder böylece kişideki nazarın gittiğine inanılırdı. Araştırma sonucundaki kaynaklar ışığında son olarak Kut örneğini verebiliriz.

Bilindiği gibi Eski Türklerde Tanrı tarafından kut aldığı sanılan bazı aileler vardı ve bunlara “kutlu aile” denilmekteydi. Günümüzde ise birinin doğum gününü kutlamak için ona söylenen “kutlu olsun” sözü ile “kutlamak” kelimesi Eski Türklerden günümüze kadar ulaşan bir gelenektir.

Netice itibariyle Şamanizm’in bir din olarak göremeyiz. Şamanizm’i ancak bir ritüeller bütünü olarak değerlendirebileceğimiz gibi bunun bütün Türklerde yaygın olduğunu söylemek zordur. Güney Sibirya ve Altayların kuzeyi arasında ortaya çıkan ve buralarda yaygın olan Şamanizm Orta Asya’da buradaki kadar yaygın değildir. Nitekim, Şaman kelimesi yine XVII. Yüzyılda ortaya çıkmış olduğundan Eski Türkleri Şamanist olarak nitelendirmek yanlış bir tutumdur. Şamanların toplum içinde özel bir sınıf oluşturmamaları, onların ana görevinin hastaları iyileştirmek olması sebepleriyle Gök-Tanrı dininin merkezine koyulması da yine zorlama ile ortaya çıkan bir görüştür. Bu kişilerin, DLT ve KB’de “kam, otacı” olarak geçmesi de onların esas vazifesini ortaya çıkarmaktadır. Dini törenlerin kamlar tarafından değil hükümdarlar tarafından yönetildiği düşünülürse yine Şamanları dinin merkezine koyamayız. Benim görüşüme göre dinin adı Gök-Tanrı dini olup Kamlar yahut Şamanlar bu din içinde Tanrı ile insan arasında köprü vazifesi gören kişiler ve aynı zamanda toplum içindeki doktorlardır. Bu köprü vazifesi sebebiyle onlara peygamber de diyemeyiz o halde günümüzde insanların nazardan, ruhani hastalıklardan korunması için bir hocaya gitmeleri veya imama gidip danışmaları gibi, Eski Türkler de bu tarz durumlarda toplum içindeki bu tarz kişilere giderdi. Bu sebeplerdendir ki Kamlar yahut Şamanlar, günümüzde hoca, doktor gibi insanları hem beşerî hem ruhani hastalıklardan koruyan kişilerin görevlerini tek bir kişide toplayanlardır. Son olarak nasıl ki İslâm'ın yapılması gerekli birtakım hususları dinî ritüeller olarak adlandırılıyorsa; Eski Türklerde de Şamanizm isminin kuşattığı anlamlar dairesi bir dini değil, o dinin ritüellerini kasteder.

 

Bunları da okumak isteyebilirsiniz

Hiç yorum yok

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır. Zorunlu alanlar * ile işaretlenmiştir