Ok ve yay, tarih öncesi devirlerden beri savaş aleti olarak kullanılmış ve pek çok toplum tarafından gücün sembolü olarak görülmüştür. Her ne kadar Mısır, Asur, Hitit ve Çin medeniyetlerinde farklı form ve alanlarda kullanılmış olsa da en gelişmiş haline Orta Asya bozkır kavimleri ile ulaşmıştır. Hiç şüphesiz bu durumun oluşmasında Türklerin karakteristik özellikleri etkili olmuş, tıpkı Mısırlıların piramit inşa etmeleri ve Venediklilerin gemicilik ve deniz ticareti vasıfları ile mümeyyiz olmaları gibi Türkler de harp sanatı ve savaş strateji ve teknikleri hususunda öne çıkmışlardır. Nitekim siyasi ve askeri başarılar da bu durumun en açık göstergesi olmuştur.
Türkler için sınırları korumanın ve hayatta kalmanın yolu, küçük yaşta başlayan sağlam bir askeri eğitim ve terbiyeden geçerdi. Çocukların daha küçük yaştan itibaren koyuna binerek ok ve yay ile hayvan avlamaları da bunun en belirgin göstergelerinden birisidir. Buna ilaveten Türklerin her daim savaşa hazır olması “ordu-millet”, “ordu-devlet” anlayışını oluşturmuştur. Dolayısıyla bu derece gelişmiş savaş aletlerini mümkün kılan yapı, savaşçı ve halk kavramlarının aynı şeyi ifade ettiği bir toplumda hâsıl olmuştur. Zira barış zamanında dahi tören ve eğlencelerde ok atma ve binicilik faaliyetleri yapılarak, bu eğlence bir savaş provasına dönüştürülmüştür. Türkler, Ok ve yayın sağladığı üstünlükle birçok bozkır kavmi geniş topraklara yayılmış ve buralarda uzun yıllar hâkimiyet kurmuşlardır. Bu bozkır kavimlerinden ilki Pers kaynaklarında “Saka” şeklinde de anılan İskitler (M.Ö. 8. yy- M.S. 2. yy.)’dir. At üzerinde dörtnala giderken geri dönerek ok atmaları ile tanınan bu kavim, hem bu zor atıştaki üstünlüğü hem de doğulu ve batılı kaynaklar ile arkeolojik bulguların doğruladığı üzere, silah yapımındaki ustalıkları ile şöhret kazanmışlardır. Öyle ki, İskit okçularının şöhreti Atina’ya kadar ulaşmış ve milattan önce 5. asırda şehrin güvenliği onlara emanet edilmiştir. İskitlerin kullandığı yaylar, at üzerinde kullanım kolaylığı sağlaması açısından ortalama bir metre civarında olup ahşap, kemik, boynuz, sinir ve tutkaldan müteşekkildi. Uçlarının bronz kaplamalı demirden yapıldığı okları ise ekseriyetle hu/huş ağacından yapılır ve uzunlukları 60-80 cm. arasında değişirdi. Buna ilaveten İskit okçuları, tîrkeşlerinde1 (ok kuburu-ok mahfazası) 50 ila 200 arasında ok taşır, hatta yanlarında yaklaşık
400-500 ok alabilen özel tîrkeşler(sadak) bulundururlardı. Orta Asya kavimlerini ilk defa tek bir bayrak altında toplayarak siyasi birliği sağlayan Asya Hun İmparatorluğu devrinde (M.Ö. 221- M.S. 439) bahusus Mete Han (ö. M.Ö. 174) ile birlikte Türk ok ve yayları, daha sonraları adından çokça söz ettirecek bir efsane haline gelmiştir. Bu devirde Çin İmparatorluğu’na gönderilen mektuplarda Hun Birliği “Yay Çeken Kavimler” olarak tavsif edilmiş ve Hunların mezkûr silahları kullanmadaki maharetleri vurgulanmıştır. Bu dönemdeki okçuluk tarihi ile ilgili önemli bir gelişmeyi de, Mete Han’ın “ıslık çalan” yahut “vızıldayan” oku icat ederek Türk Okçuluğuna yeni bir ok türünü kazandırması teşkil etmiştir. Aynı zamanda psikolojik tesir altında da bırakan bu ok, daha sonraları “çavuş oku” diye anılarak çoğu zaman işaret vermek ve yön göstermek amacıyla kullanılmıştır. Ok yapımında ise İskitlerden intikal eden gelenek devam ettirilerek hu/huş ağacı kullanılmıştır. Hunların Avrupa’daki temsilcisi olan Avrupa Hunları (374- 469) devrinde, temel silah olarak ok ve yay kullanılmış ve Avrupa Hunları’nın daha Balamir devrinde kısa sürede büyük başarılar göstermeleri ok ve yay kullanımındaki maharetlerine bağlanmıştır. Şüphesiz bu başarıda ok ve yayın kullanımı kadar bu silahların imalinde kullanılan usül de etkili olmuştur. Öyle ki, Hun tipi yay yapım usulü İngiltere’ye kadar yayılmış ve burada gerçekleştirilen kazılarda Hun tipinde bir yay imalathanesine rastlanmıştır. Ayrıca kaynaklarda bu devirde pek çok yay ustasının olduğu ve yayların babadan oğula miras kaldığını zikredilmiştir. Türk kültür tarihi açısından Hunların bir devamı olarak kabul edilen Göktürkler devrinde (552- 745) de ok ve yay Türklerin en önemli silahları olmuştur. Savaş aleti olarak kullanımının yanı sıra Göktürkler, altın uçlu okları balmumuna sürerek mühür olarak da kullanmışlardır. II. Göktürk Devleti devrinde (682-745) de, Çinli General Chang Chih-lien’in Göktürklerin hayat tarzını ve kültürlerini değiştirme adına ok, yay ve benzeri silahları toplatıp imha ettirmesi, Göktürkler döneminde ok ve yaya verilen ehemmiyeti göstermesi açısından mühimdir. Göktürklerden sonraki devirde ok ve yay, başta Uygurlar olmak üzere Kırgız, Bulgar, Uz, Peçenek ve Kuman gibi Türk kavimlerinin hepsinde en önemli silahlardan olagelmiş ve pek çoğu Hunlardan intikal eden geleneğe mutabık olarak vızıldayan oku kullanmışlar ve ok yapımında hu/huş ağacını tercih etmişlerdir. Geleneği takip etmekle birlikte, Bulgarların av için kalın uçlu oklar ile kürklü hayvanların derilerine zarar vermeyecek şekilde çok ince oklar üretmeleri bu dönemdeki gelişmelere örnek olarak gösterilebilir. Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra ise ok ve yaya olan bakış açısı giderek önem kazanmış, Allah’ın Cebrail eliyle Hz. Adem’e yolladığı bir silah ve Hz. Muhammet’in ümmetine bıraktığı kutsal bir emanet sayılmıştır. ‘Ok atılan yer ile okun düştüğü yer arasında size cennetten bahçeler vardır.’ hadisi ise okçuluğun İslam’daki yerine dikkat çekmektedir. Atıcılık ile ilişkili olarak şöyle buyrulmaktadır: “(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı (onu). Ve bunu, müminleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” Esasen Bedir Savaşı ile ilgili olarak nazil olmuş bir âyettir. Burada, insanlar savaş esnasında düşmanları tarafından öldürülmüş olsalar bile esasında canı alanın Allah olduğu (ölüm meleğinin de Allah’ın emriyle hareket ettiği) vurgulanmaktadır. Ayrıca, Allah yolunda cihad edenlerin bizzat Allah tarafından destekleneceğine de işaret vardır. Çünkü atıcı oku attığı zaman onun hedefe ulaşması ve düşmana isabet etmesi Allah’ın yardımıyladır. Ancak bununla birlikte kula düşen, önceden bu işin talimini yapmaktır. Oku ve yayı tabiat kanunları mucibince en güzel şekilde imal etmek, usûlüne göre defaatle atış talimleri yapmak ve nihayet düşman karşısında Besmele ile veyahut “Yâ Hakk” diyerek oku fırlatmaktır. Bütün bu tedbirler sebepleri yerine getirmeye matuf olup başarıda ve isabette istikrar için gereklidir. “Attığın zaman sen atmadın; Allah attı” âyetinden mes’uliyetin kuldan kalktığı manası da elbette çıkarılamaz. Eğer atılan ok meşru bir muharebede Allah için veya nefsi müdafaa için atılmış ise bunun manevi ecri veya hukuki sorumluluğu kul için söz konusudur. Buna mukabil muharebe dışında gayrimüslim bile olsa haksız yere adam öldürmek kişiyi sorumluluktan kurtarmayacaktır. Yani böyle bir durumda bu âyet delil gösterilerek “ben atmadım; Allah attı. Ben öldürmedim; Allah öldürdü” denilemez.
Savaşlar tarihinde çok önemli bir yer tutan okçuluk Türkler için de çok önemli bir silahtı. Bir çok önemli savaşın gidişatını belirleyen ok ve yay tarihteki bir çok dönüm noktasının önemli sebeplerinden biri olmuştur.
Hiç yorum yok